3 Eylül 2008 Çarşamba

radiohead



01. Airbag 4:44
02. Paranoid Android 6:2303. Subterranean Homesick Alien 4:27
04. Exit Music (For a Film) 4:24
05. Let Down 4:59
06. Karma Police 4:2207. Fitter Happier 1:57
08. Electioneering 3:51
09. Climbing Up the Walls 4:45
10. No Surprises 3:4911. Lucky 4:20
12. The Tourist 5:25

29 Ağustos 2008 Cuma


Bülent Ersoy sanat hayatına özel müzik dersleri alarak başladı. Ardından İstanbul Belediye Konservatuarı’nı bitirdi.. 1960 yılında ailesi ile birlikte Bursa'dan İstanbul'a göç ettiler. 1971 yılında ilk 45'liği Saner Plak’tan çıktı

bulent ersoyun eski adı bülent erkoç tur. erkoçun, ersoy olması müjdat gezen ve maxim gazinosunun sahibinin tavsiyesi üzerinedir

Bugüne değin otuzun üstünde albüme imzasını atan sanatçı, Türk Müzik Tarihi’ne ismini altın harflerle yazdırdı ve klasik, alaturka şarkılar alanında gelmiş geçmiş en önemli yorumcular arasında yer aldı. Müzik yaşamı boyunca sayısız ödül aldı. Herkesin takdirini kazanan geniş entervalli ve yüksek volümlü sesi, Japonya’da ses laboratuvarlarında yapılan testler sonucu yüzde yüz kusursuz bulundu


Bülent Ersoy yasaklı olduğu yıllarda çeşitli Avrupa ülkelerinden vatandaşlık teklifi almıştır. Türk ordusu hakkında olumsuz beyanlar vermesi de teklif edilen sanatçı, bu tarz yolları tercih etmeyerek milliyetçi bir duruş sergilemiştir. Bülent Ersoy 1989 yılında Adana'da verdiği bir konser sırasında bir seyirciden gelen 'Çırpınırdın Karadeniz' adlı isteği farklı bir makamda okuduğu için kurşunlanarak bir böbreğini kaybetmiştir. Sanatçı yıllar sonra kendisini vuran kişiyi affetmiştir. En son albümünü 2002 yılında çıkartan sanatçı, halen çeşitli konserler vermektedir.


İzmir Fuarı'nda elbisesinin askının kopması nedeniyle göğüslerini açılınca İzmir Cumhuriyet Savcılığı, hakkında soruşturma açtı. Eylül 1980'de Kordon’daki evinde bir hâkime hakaret edince tutuklanarak Buca Cezaevi'ne gönderildi. 12 Eylül darbesi sonrasında Ocak 1981'de kadın kılığında sahneye çıkan bütün erkek sanatçılarla birlikte sahne yasağı aldı. 14 Nisan 1981'de Londra’da geçirdiği cinsiyet değiştirme ameliyatıyla kadın oldu. Ancak 'pembe nüfus kağıdı' alması yıllar sonra, sahne yasağını da kaldıran dönemin başbakanı Turgut Özal'ın öncülüğünde çıkartılan bir kanun sayesinde oldu.

28 Ağustos 2008 Perşembe

birden aklıma geldi.


hayat nasıl başladı acaba. yaptığımız şeyler ne kadar acayıp ne kadar göt bi canlıyız biz insan ırkı olarak,dedikodu yapıyoruz,ona buna sarkıyoruz falan...
ne kadar acayip yaşıyoruz,ekmek yiyoruz,su içiyoruz,tavukları kesip yiyiyoruz,kuzuları kesiyoruz iskender yapıyoruz onlardan,ineğin sütünü alıyoruz,içiyoruz. yaşadıkça öldürüyoruz,yaşadıkça mahfediyoruz gibi sanki.
elimizin değdiği herşey canını kaybediyor herşey kölemiz oluyor gibi.
ağaçları kayık yapıyoruz ağaçları kibrit yapıyoruz kibritle tekrar ağaçları yakıp ısınıyoruz,kuşları vuruyoruz,etlerini yiyoruz,kafese hapsedip hayatlarını alıyoruz,bizim seçtiğimiz kuşla yaşıyorlar onla yuva kuruyorlar, zorundalarhayat ne acayip...bu salak ne diyo ya uf diyebilirsin belki ama yaşadığımız her dakika ne kadar acayıp şeylerle dolu,gördüğün herşey sadece beynınin içinde, gerçekte varmı yokmu bilemiyosun işte,bildiğin herşey ayırtedebildiğin kadar farklı birbirinden,hepsi elektirik sinyali,hepsi parmak ucu hassaslığı,hepsi sinir sistemi... yaşadığın tüm duygular hissettiğin şeyler;hepsi protein... o kadar çok şey yaşıyoruz ki o kadar çok şeyi sevip okadar çok şeyden nefret ediyoruz ki nekadar çok uyuyup ne kadar çok yemek yiyiyoruz,ne kadar çok kişiye aşık oluyoruz... hayat nasıl başladı acaba?

gökyüzü,yağmur,bulut...falan filan...

bu yazıya başlarken şöyle güzel bir küfür etmek isterdim size ama etmiyeceğim...
şairler bunun çok güzel bi yolunu bulmuşlar bende o yolla sıçmayı deneyeceğim ağzınıza.
çoğunuzun mına koyabilecek resim ve şiirler eklıycem bu yazıda.

mesela bu resim...
ne zaman baksam çok sevdiğim ama o an çıkaramadığım bişeyleri getirir aklıma,gereksiz bi sevgi hissi,nedeni olmayan bi yanlızlık o an için.


sen yağmur ol

yedi cücenin yediside benim
hem neşeli hem öfkeli
hem uykum var hepsi
ben komple yedi cüceyim
sen pamuk ol.

salıyı çarşambaya bağlasın gece
salı başka neye bağlanır zaten
pazarın ertsei pazartesi
sen cumartesi ol

her insan başka bi kent
çok kalınca varoşunuda görürsün
şirin belde bozar seni
sen ada ol

aslına bakarsan her yer güzel
biz gene maçkada buluşalım
yağmur konusunda karasızım
sen yağmur ol
V.Ö

devam edicek...

27 Ağustos 2008 Çarşamba

cevat özşizoit ve benjamin... tabi tabi


...''tabi tabi sayın kendim'' ''potasyum,hububat fiyatları'' ''yer yer görünen uçan zurhafalar''...


'' fener alayları düzenlenıyordu herkse 37 kılo altın dağiıtıldı kopekler taç takıyor ve gümüşten kravatlarla geziyordu,halk bundan sıkıldı gene fener alayları duzenlendi ve daha sonra ısyan çıktı...

26 Ağustos 2008 Salı

''i kissed a girl and i liked it ''




http://www.myspace.com/katyperry(şarkılarını burdan dinleyebılırısın)

veee katyden geliyor... işte 0 olay parçanın sözleri
this was never the way i planned
not my intention
i got so brave, drink in hand
lost my discretion
it's not what, i'm used to
just wanna try you on
i'm curious for you
caught my attention

i kissed a girl and i liked it
the taste of her cherry chapstick
i kissed a girl just to try it
i hope my boyfriend don't mind it
it felt so wrong
it felt so right
don't mean i'm in love tonight
i kissed a girl and i liked it
i liked it

no, i don't even know your name
it doesn't matter
your my experimental game
just human nature
it's not what, good girls do
not how they should behave
my head gets so confused
hard to obey

i kissed a girl and i liked it
the taste of her cherry chapstick
i kissed a girl just to try it
i hope my boyfriend don't mind it
it felt so wrong
it felt so right
don't mean i'm in love tonight
i kissed a girl and i liked it
i liked it

us girls we are so magical
soft skin, red lips, so kissable
hard to resist so touchable
too good to deny it
ain't no big deal, it's innocent

i kissed a girl and i liked it
the taste of her cherry chapstick
i kissed a girl just to try it
i hope my boyfriend don't mind it
it felt so wrong
it felt so right
don't mean i'm in love tonight
i kissed a girl and i liked it
i liked it

Dün gece Inter'de Figo'yu izlerken Rivaldo gelmişti aklıma. La Liga'da bir şekilde posası çıkartılmış son bir iyi kontrat için Serie A'ya kapak atan iki yıldız. Figo öyle ya da böyle tutundu. Rivaldo Milan'da yapamayınca paranın peşine düştü. Olympiakos'a gittiği sezon Galatasaray da istiyordu onu. Pire'den ayrılmak zorunda kaldı, ağlamaklıydı. Ceza sahası dışından hat-trick yapmış adamdır Valencia'ya. Atina'ya rekabetin öte tarafına AEK'e gitti. Geçen sezon orada da iyi top oynadı. Şimdi AEK taraftarından özür diliyorum ve ayrılıyorum diyor. İstikamet Özbekistan. Eto'o'yu memleketlerine getirip kendilerince şov yapmışlardı. Bu transfer gerçek ama. Bunyodkor diye bir takıma transfer oldu. Kendisi de bu takımı ilk kez duymuştur biz de. Ekmek parası ne yapacaksın... (aceto dan çalıntıdır :):)

25 Ağustos 2008 Pazartesi

insanlığın öldüğü yer; auschwitz ...


"yalnızca auschwitz kampında 4,5 milyon insan öldürüldüğü belirtilmektedir. ancak diğer kamplar ve kamp dışı cinayetler de hesabe katılacak olursa, bu sayının 8-10 milyon kadar olduğu anlaşılacaktır."
auschwitz kamp komutanı rudolf franz ferdinand hoess.


"arbeiten macht frei" ( çalışmak özgürlüğü getirir )



birkenau'ya trenlerle getirilen mahkumlarin (!) indirildigi yerde bir tabelada fotograf vardir, ayni yer, ayni binalar. ama fotograf siyah beyaz. iki grup olusturulmustur, birinci grup calisacak durumda olanlar, ikinci grup ise hastalar, cocuklar, yaslilar, cocuklu anneler, sakatlar. bu ikinci grubun gittigi yer bellidir, gaz odasi. ama yuzlerine dikkatle bakildiginda hicbirinde korku yoktur, basbayagi umut gorursunuz gozlerde. cunku onlara soylenen sey yikanip temizlendikten sonra yeni bir ev ve is verilecegidir. hepsi bu yalana inanmistir, belki de inanmaktan baska careleri yoktur, kimbilir. rehberin soyledigine gore gectikleri yerlerde gayet guzel bir cevre duzenlemesi yapilmistir; -olume giden en guzel yol- (!) sonrasi malum iste.. insanliginizdan utanirsiniz... çalışamıyacak durumdakilerin hepsinin öldüğü bi yerde söylenebilcek en acımasız söz...


16 yaşındayken en büyük nazi kampına getirilen, gaz odası sırası gelmeden sovyetlerin kampı bulmasıyla kurtulan charles baron'un ağzından:-örneğin ne yiyip ne içerdiniz?
-sabah kahve. gerçek kahve değil tabii, ama kahverengi; sıcak olduğu zamanlarda ise pek mutlu olurduk. öğleyin çalışma yerinde ya da pazarları çorba verirlerdi, arada sırada içinde et de olurdu. akşam yine çorba. 250-300 gramlık bir ekmekle beraber. 20 gram margarinimiz, 20 gram sosis ya da bir kaşık şekersiz reçel hakkımız vardı. zaman zaman sosis yerine yağsız peynir verirlerdi. sonra ekmeğe tüp peynir sürmeye başladılar. eridiği için hemen yenmeliydi, ertesi güne saklayamazdık.
-size en çok dokunan ne olmuştu?
-1943'te, bir gün, kampın alman komutanı, bize verilen yemeğin fazla olduğuna karar verdi. yiyeceğimizi kaldırdı ve yerine kimyasal jelatin ve kuru ağaç yaprakları kondu. suyun içine jelatin koyuyorlardı, jöle gibi bir şey oluyordu. içine atılan yapraklar şişince de yiyecek diye bunu veriyorlardı. kısa zamanda vücudumuzda ödemler başladı. kalbimiz buna dayanmıyordu. ne kadar zamanımız kaldığını öğrenmek için fransa'dan sürülmüş bir doktor buldum: "doktor ne kadar zamanım kaldı?". bu soruyu 17'sinde sormak hiç de kolay değil.. "eğer değişiklik olmazsa en fazla iki ay" cevabını verdi. sonra bir değişiklik oldu. yapraklar kayboldu ve eski yiyeceklerimizi vermeye başladılar. galiba cephane fabrikasının yönetimi, ölümler yüzünde iş aksamaya başlayınca şikayet etmiş. böylece daha önceden iğrenç bulduğumuz yemekler bize çok leziz gelmeye başladı.
-intikam duygunuz var mı?-intikamım çocuklarım, torunlarım. ailemi yok etmek isteyenlere karşı intikamım bu. almanlarla nasıl gidiyor diye soruyorsan, çok iyi. genç almanlar evime geliyorlar. anne-babalarını da görüyorum. ama, dedelerini görmeyi reddediyorum. benim yaşımdaki almanları görmek istemiyorum. anılar intikamdır.

dahi yönetmen anılın kısa filmtadındaki harika reklam filmi

24 Ağustos 2008 Pazar

çılgın adam ;USAİN BOLT


Usain Bolt (d. 21 Ağustos 1986, Trelawny, Jamaika), Jamaikalı sprinterdir. Bolt, 2008 Pekin Olimpiyatları'nda 100 metreyi 9.69, 200 metreyi ise 19.30 saniyede koşarak her iki mesafede de olimpiyat ve dünya rekorları kırmıştır. Bolt, bir olimpiyatta Carl Lewis'den sonra bu iki mesafeyi de kazanan ilk atlet, tarihte dokuzuncu atlet ve bir olimpiyatta her ikisini de dünya rekoru kırarak kazanan ilk atlettir..

Bolt 2002 yılında, daha sadece 15 yaşındayken Kingston'da kendi halkının önünde 200 metrede gençlerde dünya şampiyonu olduğunda uluslararası alanda dikkat çekti. 2003 yılında dünya gençler şampiyonu olduktan bir hafta sonra, gençler dünya rekorunu kırdı. Takip eden yıl Bolt 19,93 ile bugün de hala geçerli olan gençler dünya rekorunu kırdığında, 200 metreyi 20 saniyenin altında koşan ilk ve şu ana kadar tek genç sporcu oldu. Diğer yandan önceki sezondan gelen sakatlığının etkisiyle oyunlar sürerken ayrıldığı 2004 Atina'daki olimpiyat oyunları onun için hayal kırıklığı ile cereyan etti.


16 Ağustos 2008 tarihinde Pekin'deki 2008 Yaz Olimpiyatları Usain Bolt 100 metre finalinde 9.69 saniye derecesi ile dünya rekorunu yeniler. Böylece sprint mesafelerinde altın kazanan ilk Jamaikalı olur. Bitiş çizgisine daha 30 metre varken Bolt temposunu düşürerek kollarını açmış, muhtemelen daha da büyük bir rekordan olmuştur.

Usain Bolt 1,96 m boyunda ve 86 kg ağırlığında olup, 100 metreyi 41 adımla bitirebilmektedir.

REKORTMEN MANYAĞIN 200M VİDEOSU;http://videogaleri.hurriyet.com.tr/Video.aspx?s=2&vid=2655

23 Ağustos 2008 Cumartesi

katilmi? vatansevermi?


"düşünce özgürlüğü bütün kötülüklerin anasıdır " A.H

alman olmayan bir alman milliyetçisi... adolf hitler




Uzun zamandır Almanya’ya hayran olan Hitler, hala Alman vatandaşı olmamasına rağmen savaş sırasında da tutkulu bir vatansevere dönüştü. Alman ordusu hala düşman topraklarını tutmaktayken, kasım 1918’de Almanya’nın teslim olmasıyla şoka uğradı. Birçok Alman milliyetçisi gibi o da savaş alanında değil masada yenilmelerini tasvir eden ‘sırtından bıçaklandığına inandı. Buna neden olan politikacılar daha sonra ’Kasım Suçluları’ olarak adlandırıldılar.



Adolf Hitler, 1889 Avusturya doğumlu devlet başkanı. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) yani Nazi Partisi’nin lideri olan Hitler, 1933’de Almanya'nın başbakanı oldu. 1934’de kendisini Almanya’nın Führeri (lideri) ilan eden Hitler, 1945'deki ölümüne kadar Alman halkını peşinden sürüklemeyi başardı. Almanya'nın üstün ırk olduğuna inandı ve Almanca konuşan herkesi tek bir çatı altında toplamayı amaç edindi.

Yasal olarak Hitler soyadı ile dünyaya gelen Adolf’un anneannesinin ismi de Johanna Hiedler’di. İsmi eski Almanca’da ‘asil kurt’ (Adolf = nobelity + wolf) anlamına gelen Adolf, akrabaları arasında kısaca ‘Adi’ ismiyle biliniyordu. (Adolf Hitler, yakın çevresiyle arasında, 1920’lerin başlarından 3. hükümetin düşüşüne kadar ‘Wolf ‘ takma adını kullandı. Hatta bu durum Avrupa kıtasındaki çeşitli merkezlerin isimlerinde de etkili oldu. Doğu Prusya’da Wolfsschanze, Fransa’da Wolfsschlucht, Ukrayna’da Werwolf gibi.)

SİVİL HAYATI
En çok tarih ve coğrafya derslerinde başarı gösteriyordum. İşte bu sıralarda "milliyetçi" oldum ve tarihin gerçek anlamını anlamayı, idrak etmeyi ve bu konuya nüfuz edebilmeyi öğrendim. Zevklerim, beni babamın hayatına benzer bir hayata itmiyordu. Konuşma yeteneğim, çocukluk arkadaşlarıma verdiğim, ikna edici ve daha doğrusu kandırıcı söylevlerle oluşmaya başladı. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmuştum. Bu arada iyi bir öğrenci olduğumu da söyleyebilirim. Çalışmak bana kolay geliyordu. Boş zamanlarımda "Lambach Chanoine"lerin yanında şan dersleri takip ediyordum. (Kavgam, Bölüm. 1)


devam edicek...

Nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda Yahudi kelimesini duymaya başladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu.
Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din (arkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.”

Hitler Yahudileri, kendi tanımladığı Ari Irk’ın doğal düşmanları olduğunu iddia etmeye başladı ve Avusturya’daki krizden de onları sorumlu tuttu. Aynı zamanda kendi Anti-semitizmini Anti-Marxism ile karıştırarak, Sosyalizmin ve özellikle de liderleri arasında birçok Yahudi bulunduran Bolşevizmin keskin hatlarını tanımladı. Almanya’nın uğradığı askeri bozgundan 1917 Devrimlerini sorumlu tutarak, yahudilere Almanya İmparatorluğu’nun askeri yenilgisinin ve sonuç olarak ortaya çıkan ekonomik problemlerin de suçlusu kabul etti...

devam edecek...

21 Ağustos 2008 Perşembe


"Maynun, insan için nedir ? Bir kahkaha veya acı veren bir utanç. Ve işte üstinsan için insan da böyledir: bir kahkaha veya acı veren bir utanç.(Zerdüşt’ün önsözü)

Nietzsche

Pandora'nın Kutusu

Bir çok yerde sık sık karşımıza çıkan, ve içinde bin bir çeşit kötülüğün ve pisliğin saklı olduğu kutu anlamında kullanılan Pandoranın Kutusu veya Sandığı terimide Yunan mitolojisi kökenlidir.

Hikaye şöyle:

Efsaneye göre Zeus, Prometheus'a olan öfkesinden dolayı insanoğluna büyük bir ceza vermek istemiş.

Bunun içinde Pandora isminde, yüreğini köpek yüreğinden, huyunu tilki huyundan, göğsünede yalanı ve dolanı doldurduğu bir kadın yaratmış. Zeus bu kadına, içinde her türlü kötülüğün ve hastalığın, her türlü dert ve belanın saklandığı bir sandık vermiş. Pandora bir gün sandığın kapağını açmış ve içindeki kötülükler, dertler,belalar ve hastalıklar insanlar arasında yayılmış. Efsaneye göre Pandora'nın sandığı içinde bir de umut saklanıyormuş. Pandora umudun tam çıkacağı sırada sandığın kapağını kapatmış. O gün bugündür umut Pandoranın sandığında saklı.


Ümit mi? Ümit en son kötülüktür. Insanca, Pek Insanca adli kitabimda Pandora’nin kutusu açilip Zeus’un içinde sakladigi bütün kötülükler dünyaya saçildigi zaman, orada son bir kötülük kaldigindan kimsenin haberi olmamisti: Ümit. O zamandan beri insanlar yanlislikla kutuyu ve içindeki ümidi iyi sans diye yorumladi. Fakat Zeus’un arzusunun, insanlarin kendisini iskenceye teslim etmeleri oldugunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü iskenceyi uzatir. ~ Nietzsche. 82

yurt şakaları...

yumurta şakası

yumurta akı ile yapılanı da bulunur fakat psikilojik sorunlara neden oldugu vurgulandıgı için hiç tavsiye edilmez şöyle ki;

gene kurban yeni gelen çömezlerden seçilir. öncelikle kurbanı uyur halde seçmek, top atsan uyanmayacak derecede olmasına özen göstermek gerekir.

bir adet yumurta alınır. sarısı ayrılır, atılır yada başka bir $akada kullanılmak üzere saklanır -işin mi yok kardeşim-. akı güzelce toplanır. özenle seçilmiş kurbanın yattıgı ranzaya yaklaşılık. yumulşak ve yavaş hareketlerle yumurta akı kurbanın donunun arka tarafından boca edilir. $aka sadece bununla sınırlı kalmaz. bir de sabahın olması beklenir. $akayı yapan grupdaki bireylerden biraz da iri yarı olanı, kurbanın yanında uyuyor numarası yapar.

kurbanımız sabah uyandıgında yanında tanımadıgı birinin yattıgını görerek ilk şokunu yaşar fakat iyice kendine geldiginde arkasında bir ıslaklık hisseder ve bunu yanında fosur fosur uyuyan iri yarı birey ile ilişkilendirmeye çalışır.

sonuç vahimdir...kurbanımız kendisine tecavüz edildigini sanarak, feryat ve figanlar arasında yurt müdürlügünün yolunu tutar. yürüdükçe iyice hissettigi ıslaklıkda onu bir hayli rahatsız etmektedir fakat utancından bu konu ile pek ilgilenemez o sıra.

olay bi şekilde kurbana anlatılarak $aka oldugu vurgulanır. kurban daha çok sinirlenir, "ulan $aka diye adam mı mikilir be" diye çıkışır. neyse zor bela bireye arkasında meni sandıgı şeyin yumurta akı oldugu açıklanır. kurbanımız derin bir nefes alır fakat aklından çıkamayacak bir anı olarak hafızasına kazınır, (e.sden)

2-)ayşe çömez.fatmayla nilsu da iki iyi arkadaş ve üst sınıf olsun....
fatma ayşeyi çağırı.. git nilsuya deki babanın piano dersleri nasıl gidio.. ayşe kızarır bozarır niye der.. sewgilisi pianist de der fatma....
çömez gider güle güle nilsuya hehehe babanın piano dersleri nası gidio der...
nilsu şoka girmiş numarası yapar....sinirlenir.. herkesi yara yara odaya girer... o sırada fatma işte senden böyle intikam alırım diye bas bas bağırır.. diğer üst sınıflar çömezin üstüne yürür.. sen ne yaptın onun babasının parmakları yok die... zavallı çömez ağlar ağlar.. sonunda gerçek açıklanır.. vefa lisesi yatakhanesinin klasikleşen eşek şakasıdır...(kaynak:ekşi)

MANSONLAR...


Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana asagidan bakarsaniz, tanrinizi görürsünüz. Bana tam karsimdan bakarsaniz, kendinizi görürsünüz”(Charles Manson)

“Vay be, hakikaten uçtum.”
(Manson ailesinin üyesi Susan Atkins, Sharon Tate’in ellerine bulasan kanini yaladiktan sonra bu sözü söylemistir)
CHARLES MANSON
Manson, cani manyaklar arasinda en özel olanidir. Ona daimi kötü ününü kazandiran cinayetler – 1960’larin en sok edici olan 1969 Tate-LaBianca cinayetleri – aslinda baskalari tarafindan islenmisti; kendisi ala bir silah ateslememis veya biçak kullanmamistir. Fakat onun karanlik cazibesinin kaynagi tam olarak budur: köle gibi kendisini takip eden ve onun en kanli emirlerini yerine getirmeye hazir olan müritleri üzerindeki etkisi. Esasinda Manson bazi büyülü sözler söyleyen zeki bir dolandiricidan daha fazlasi olmamasina ragmen, kendisini seytani bir Mesih, habis bir mürsit yapmisti; o, baris, ask ve çiçeklerin gücü vaazlariyla baslayip Rosemary nin Bebegi, Seytan ve “Sympathy for the Devil” gibi satanist fantezilerle sona eren bir dönemin en karanlik güdülerinin vücut bulmus haliydi...


MARILYN MANSON
Charles Manson’a büyük hayranligindan dolayi Manson soyadini aldigini söylemistir.Her ne kadar müzik kritikleri çokça farkinda olmasa da, Marilyn Manson'in 'weird' goth ve endüstriyel sound'u son yirmi yilin en görkemli müziklerinden biri oldu ve Reverend Manson'i ana akim popüler müzigin karsi kahramanlarindan biri haline getirdi. Özellikle ülkesi Amerika'da ebeveynlerin ve politikacilarin hakkinda konusurken nahos bir ifade takindigi Manson'in müzik medyasinda da pek güzel duygular yaratmadigi kesin. Muhafazakar ve dinci yönetimler tarafindan konserleri sik sik iptal edilen Marilyn Manson'in ruhunu seytana sattigi iddialari bugün müzik medyasinin en sevdigi iddialar arasinda. Evinde bir simya laboratuvari bulunan Marilyn hakkinda kara büyü yaptigi iddiasiyla açilan sorusturma sonuca ulasmamisti. Amerikan panik tarihinin bir numarali olayi Columbine Katliami'ndan sorumlu tutulan Marilyn, bu konuda pek çok kez mahkemede taniklik yapti.

Seri katil Jeffrey Dahmer'le yazistigi için tepki çekti ve seri katil kurbanlarinin akrabalari tarafindan kurulan bir dernek Marilyn'in malikanesine saldirida bulundu. Irili ufakli Marilyn Manson suçlarinin sonuncusu ise yakin bir tarihte vuku buldu. Sahne sovu sirasinda sahneye davet ettigi bir güvenlik görevlisine cinsel tacizde bulundugu iddia edildi ve hem mahkemelerde süründü hem de Güvenlik sirketleri tarafindan tehdit edildi. Marilyn Manson FBI'in yakindan izledigi bir isim. Hayati film desek yeridir.

SANIRSAM BÜTÜN MANSONLAR MANYAK... :)

bir acayıp olasılık;schrodinger in kedisi

schrödinger'in kedisi öncelikle bir zihinsel deney. yani bu deneyde hiçbir kediye zarar gelmiyor. schrödinger isimli kişi (fizikçi), quantum fiziği ile "normal" boyuttaki dünyanın fiziği arasındaki geçiş sorununu anlatabilmek için zihinsel bir deney tasarlar. bu deneyde bir kedi, dolu bir tabanca, fotona duyarlı bir tetik ve bir foton kaynağı kullanılır. düzenek şöyle kurulur; tetik mekanizmasına bir foton çarptığında tabanca ateş almakta ve karşısında duran kediyi öldürmektedir. buraya kadar herşey gayet açık. ama gelin görün ki, foton seviyesindeki büyüklüklerde geçerli olan quantum fiziğine göre, parçacıklar quantum haline sahiptir. bu da şu demektir; her foton bir olasılık çiftiyle donatılmıştır. yani aynı foton tetiğe hem çarpar, hem çarpmaz. bu durumda, bu quantum çiftinin tetik vasıtasıyla kediye yansıması, kafamızı karıştıran bir sonuç verir. namlunun ucundaki kedi aynı anda hem ölü, hem diri olmak durumundadır. hatta rivayet edilir ki; aslında normal ölçekli dünyamızda olasılık çiftleri halinde gerçeklik katmanlar halinde birbirinin içinde yaşanmaktadır. değişik olasılıklar aynı anda. yani bir gerçekliğe göre de kedi ölüdür. yazar:fortuitus

ŞİİRLER

GRİ
onu anlayan beni anlamaz
eşittir eskileri artıları
konuşurken yuzume bakmaz
o yasa maddesi gibi yaşar
ben takvimin herhangi bir sayfası

sabah ışığını görür görmez
ben coşkulara kapılırım
o sevinmez o uzulmez
en komık hıkayemı anlatırım
bi kere bile gülmez

evet evet doğru bıldınız
ben dedığım oda benım
ben şiir yazarım o kazanır parayı
genede severım nıye bılmem
eksıyle eksının çarpımı nıye artı
______________________________V.Ö

dön küçük aşık
seyrederım ben seni
dön dünyamız gibi
yorulma

havalansın şeffafeteğin
üzerinde gezinsin ışık
kırılırsan küserim
kırılma

hadi gene dön küçük aşık
kalbime sığarsın
sen beni anlarsın
şaşırma...
________________________________V.Ö

sen yağmur ol

yedi cücenin yediside benim
hem neşeli hem öfkeli
hem uykum var hepsi
ben komple yedi cüceyim
sen pamuk ol.

salıyı çarşambaya bağlasın gece
salı başka neye bağlanır zaten
pazarın ertsei pazartesi
sen cumartesi ol

her insan başka bi kent
çok kalınca varoşunuda görürsün
şirin belde bozar seni
sen ada ol

aslına bakarsan her yer güzel
biz gene maçkada buluşalım
yağmur konusunda karasızım
sen yağmur ol_________________________________V.Ö

20 Ağustos 2008 Çarşamba

"meriç'e mektup

sevgili meriç,
biliyorum temeli çok eskiye dayanan dostluklar kuran bir insansin sen. ve etrafindaki kimsenin üzülmesini istemeyecek bir yapiya sahipsin. seni ben de boyle kabul ettim. zaten kabul etmeden once, yani tanismadan once de senin ismini hep duyuyordum. "meric bambaskadir", "meric de cok üzüldü bu duruma tabii ki", "meric yine yapti yapavagini hepimizi gülmekten komaya soktu", "ya meric diyorum baska bir sey demiyorum, artik gerisini siz tahmin edin" gibi senin hakkinda o kadar cok cumle duydum ki anlatamam... hatta ben de belli bir sure sonra, seni daha hic gormeden ve tanimadan "kesin meric'tir bunu diyen", "meric tam zamaninda gelmeseydi sasardim dogrusu" diyerek katildim bu konusmalara. anamin, babamin isminden cok senin ismini zikrettim su iliski boyunca meric. insanlari nasil etkiledigini artik sen dusun guzel kardesim. bunlar hep iyiye, hep guzele dair seyler.
bitmek tukenmek bilmeyen enerjinin kaynagini bana soyler misin sevgili meric? daha tanistigimiz o gun, parmaklarini acarak, elini yukaridan sorti yaptirarak "selam arkadasim, tanisalim, ben meric" demenden anlamistim enerjik oldugunu. "iste bir enerjik" diye icimden gecirmistim. hepimiz sabah 8 aksam 6 mesai yapan insanlar degil miyiz sevgili meric. bu zaman zarfindan sonra nasil sen hala enerji dolu olabliyorsun sevgili kardesim. sirrini soyler misin bize? geceden bala pekmeze mi yatiriyorsun kendini, yoksa sabah kalkip supradinle, redbull'la mi ovuyorsun bedenini. oglum yorgunuz lan, bitkiniz... aksam da oturup kafamizi dinlemek istiyoruz. afacan gibi, misafirlige gelmis tezcanli cocuk gibi ne ordan oraya kosuyorsun. kac yasinda insansin. yakisiyor mu, ninja gibi hizli hareket etmeler filan.
suprizlerle dolusun meric... an be an ne yapacagini tahmin edemiyoruz halk olarak. tak bir parti de oluyorsun, tak yamac parasutunde, hop ordan dalisa. enerjine dedigim gibi yetişemiyoruz, onu kendi haline birakarak durulmasini bekliyoruz, bari "bir surpriz yapip" bizi cagirmasan, suruklemesen pesinde. ben niye durduk yere sen daliyorsun diye suyun fersah fersah altina gireyim sevgilimle ya da dirayetli davranip reddettigimde "umut gelmek istemiyor" gerilimini yasayayim, ariza cikaran adam olayım... kiz arkadasimi cok dusunuyorsun, biraz da beni dusun sevgili meric.
kizlara karsi korumaci, kollamaci tutumunun tek sebebi tanisikliginizin cok eskiye dayanmasi ise eger cok üzülecegim. yani ilk sen gordun diye ise bize bu afra tafra, ilk sen kesfettiin diyeyse, ne diyebilirim sana ben meric. "sanki bana amerika kitasini kesfetti .minakoyim alti ustu sinem'in, duygu'nun, canim kuzen elvan'in varligini kesfetti" diyebilirim. once ben gormustum diye bu satten sonra bir seyin kavgasi verilir mi, gerilimi yasanir mi sevgili meric? bu arada konusu acilmisken, sen niye benim kiz arkadasimi cok dusunuyorsun meric.
"bu adam calisiyor, yorgun argin geliyor, basketbol a da aydin ors'lu efes gunlerinden beri zerre ilgilenmiyor" diye bir gun olsun dusundun mu? dusundun. peki ne diye bana hala enbiey kunbiey diye muhabbet aciyorsun. bir gun olsun elinde lig fiksturuyle goremedim seni. gorsem belki de ayni potada erirdik meric. benimle niye elalemin zencisini, şakin o neyil'ini ayni potada eritmeye calisiyorsun. nasil bir adam olmami istiyorsun oflum sen. olsam biliyorum yine begenmeyeceksin beni. yine kiz arkadasima "dikkatli ol o adama karsi" diyeceksin biliyorum. ben aylarca kiz arkadasima kendimi begendirmeye calistim, niye simdi bir de sana ispatlamak zorundayim meric.
killaniyorum senden arkadasim. hareketlerinden degil, varligindan killaniyorum. an be an etrafimizda olabilme ihtimalinden killaniyorum. omo'nun yanina bantlanmis, limonlu cif gibisin. ben sadece omo almak istiyorum, sen ise sadece ayni firma üretti ve daha az satildi diye ele geliyrosun. gelme artik sevgili arkadasim. bak ikidir bilerek "arkadasim" diyorum, bizim oralarda genelde tartakalamadan kisa bir zaman once insanlar birbirlerine "arkadasim, guzel kardesim" gibi beraberligi hatirlatici sifatlarla seslenirler. evet, cekinmeden soyluyorum sana karsi engellenemez siddet hissi besliyorum. acaba bir ben miyim ayı, bir ben miyim paranoyak diye cok kereler dusundum. ve konuyu cok az samimi oldugum halde diger kizlarin erkek arkadaslarina da actim, bir kongre duzenleyerek geceler boyu seni tartistik. delegelerin oylari sonucu oy birligiyle "bir yere cağırıp, isiklari kapatalim. kurekle, sopayla, terlikle dovelim, kimin dovdugunu bilmesin" karari cikti. boyleyken boyle meric.
ama ben hicbir sorunun siddetle cozulmesinden yana degilim. zaten deli skmis gibi gecenin bir yarisi bir adama iki paket sigara ice ice mektup yazmamdan belli degil mi bu. bak arkadasim sana insan gibi anlatiyoruz durumu. halden anla belirme artik. "aslinda tanisan cok seversin" diye anilmaktan sikilmadin mi? taninma, sevilip sevilmeme gibi bir derdin de olmasin.

sen simdi dedigim her seyi unut da bana sunun cevabini ver. tam olarak ne istiyorsun ben ve benim gibilerden meric?"

umut sarıkaya
Sıkıcı Bir Yazı


Sizin için yaz ne ifade ediyor bilmiyorum ama benim için sıkıntıdan başka değildi hayatım boyunca.

Çocukluğum boyunca yaza dair hatırladığım en belirgin anı, Ankara’daki akrabalara yaptığımız ziyaret. İçinde bolbol sigara içilen otobüslerden birinde annemin kucağında başka bir şehire gidişim gerçekten de çok etkileyiciydi. Otobüsün neredeyse her koltuğundan sigara dumanları yükseliyordu,ben kafamı güneşten kavrulmuş otobüs perdesine dayamış uyumaya çalışıyordum. Sonra annemin yanında oturan yaşlı kadın yolcu sulu bir şeftaliyi ikiye bölerek yarısını bana veriyordu. Ben önce bacağıma damlayan şeftali sularına bakıyor, sonra anneme bakıyor, onay aldıktan sonra da şeftaliyi alıyordum. Şeftaliyi yerken önümdeki koltuğun arkasına monte edilmiş metal küllükten yansımamı gördüğümü hatırlıyorum. Üçe vurulmuş saçlı bir çocuğun şeftali yemesi kadar çirkin birşey bi daha görmem sanıyordum , ne yazık ki gördüm... Allahtan annem şeftaliyi yedikten sonra yapış yapış ellerimi, ağzımı bi bezle sildi de biraz rahatladım. İşte çocukluğuma ait en renkli yaz anısı bu...

Biraz büyüdüğümde ise bütün bir yazımı romatizmalı olan babaannemi Kilyos Halk plajının kumlarına gömerek geçirdim. Halamgillerle gittiğimiz plaj sefaları beni pek rahatsız etmiyordu ama galiba abim artık yakın akrabalarımızı kuma gömmek istemiyordu. Bizim koloniden biraz uzakta oturup somurtarak uzakları izliyor, sonra yüzüyor, gelip yine uzakları izleyerek oturuyordu. Galiba orta halli ailelerin abim yaşındaki çocuklarının hepsinde bir g.t kalkması mevcuttu o yaz. Böyle bi beğenmemezlik, bi özünü inkar etme, bi bizden utanma hasıl olmuştu ergen bedenine. Özünü inkar ediyordu ama annemin yaptığı ekmek aralarını ona götürdüğümde de yiyordu. Yerken bile somurtuyordu.Deniz acıktırıyordu ama bi türlü de mutlu etmiyordu onu. O yazın sonuna doğru abim bakkaldan plajda oynamak için aldığımız plastik bir topa tutunup çıpıtı çıpıtı diye yüzerek uzaklara doğru gitti, gözden kayboldu. Bi daha da bizimle denize gelmedi, ondan sonra hep arkadaşlarıyla gitti. Abimin özgürlüğüne doğru bu gidişi sanırım üçe vurulmuş saçlı bir çocuğun şeftali yemesinden daha çirkindi. Hayır eylem değil de metodu çirkindi. Babam arkasından sadece “kime çekti bilmem” dedi ve “buranın denizi de bi acayip, gidiyorsun gidiyorsun hala beline geliyor” dedi. O gece kulağıma kaçan su, benim kulağımı ağrıtırken, güneşten ciğer gibi olmuş olan bütün ailem de acılar içinde uyumaya çalışıyordu. Sanırım Allah biz günahkar orta halli aileleri denize yollayarak cezalandırıyordu.

Biraz daha büyüdüğümde o yaz abimin görevini ben almıştım. Ve daha önce sadece o yaza özgü olduğunu sandığım g.t kalkmasının bende de olduğunu farkettim. Tabi bu “benim g.tüm kalktı lan” gibi bir cümleyle değil de “ ulan abim ne kadar haklıymış” gibi bir cümleyle ifade edildi. Beni alıp uzaklara, arkadaşlarımın yanına götürecek bir top yoktu ortada, zaten arkadaşlarım da çok uzaklarda İstanbul yada Antalya’daydı. Biz ise annem,babam ve amcam gillerle beraber emekli sandığının yaz kampında, şimdi ismini söylemek istemediğim bir Ege kentindeydik. Yazlıkçı nedir, aklıbaşında bir genç niye yazlıkçıların bulunduğu bir yerleşim biriminden niye tiksinir işte o yaz öğrendim. Şortlarını göbeklerinin üstüne çekip yürüyen adamlar, çekirdek yenerek yürünen akşamlar, tavla sesleri gelen akşamlar... Bunlar benim tatil beklentilerimi karşılamıyordu.

Üniversitede yaz ise bütün arkadaşların birer birer gitmesi demekti. Bomboş şehirde bir kaç tane az samimi İstanbullu arkadaşla geçirilen nadir buluşmalar ve birlikte terlemelerden ibaretti. Üniversite sonlara doğru çıkılan bir yaz tatili ise sıkıntıyla beraber yorgunlukta getirmişti. Tatil beldesinde daha çok yorulan her Türk sapı gibi biz de çok yorulmuş ve elimize hiç bişey geçmemişti. Belki şimdiye kadar yaşayamadığımız o çok övülen yaz aşkını, dört erkek birden aynı kız üzerinde yaşamaya çalışınca hepimizin gerçek yüzü ortaya çıktı. Meğer hepimiz ne kadar art niyetli, ne kadar birbirimizden tiksinen kişlermişiz onu anladık. Yaz aşkı uğruna birbirimiz iki dakkada satıp, bütün eksikliklerimizi kusurlarımızı birbirimizin suratına vurduk kızın önünde. Aramızdan en duyarlısı ve aklı başında olanı Burak önce olmak üzere birbir vazgeçtik bu aşktan. En son ben, deniz ortamında kızın gönlünü alacak bi kaç hamle yaptım ama onlarda bi işe yaramadı. Çocukluğu boyunca bile anne babasına yaranmak, kendini ispat etmek mahiyetinde yapmadığım çok uzaklara açılıp kıyıdaki anne babaya seslenme eylemini bile bu kız için yaptım. İlerde dubaları geçip “Dideeeeeeeemmmm heeeeeehhhoooo” diye bağırıp dikkatini çektim, çağırmasını beni düşünmesini bekledim ama çağırmadı. Taşkınlıklarıma devam edip, bağırıp, çağırarak oynamayı, şortu çıkarıp sallayarak dikkat çekmeyi bile denedim yine de tınmadı. Havlusunu toplayıp çekip gitti. Dört arkadaş yorgun, argın ve küskün olarak bir tatili daha bitirdik.

Şimdi başa dönersek, yaz mevsimi sizin için ne ifade ediyor bilmiyorum dostlarım ama benim için sıkıntı ve terden başka birşey ifade etmiyor. Birazdan leğendeki sudan ayaklarımı çıkarıp, çorabımı giyerek terleye terleye dergiye gidicem, yazımı verip eve geri gelicem. Hepsi bu..

Umut Sarıkaya

Sevimli bir aşk hikayesi

sahile götürdüm onu o gün.yaz henüz başlamamıştı,hafta sonuydu,tenhaydı sahil.berduşlar paçavraları ile sahile uzanmışlardı.bazıları taş banklar oturmuş şişeyi paylaşıyordu.martılar telaşsız ve aptal uçuşlarındaydılar.yetmişlik seksenlik karılar kocaları öldükten sonra kendine kalacak evleri satıp satmamayı tartışıyorlardı.her şeye rağmen huzur vardı havada.denize doğru yuruduk.çok az konuşarak.Mutluyduk birlikte.iki sandviç,biraz cips ve içecek birşeyler aldım.kuma uzanıp atıştırdık.birbirimize sarılıp uyuduk bi süre,sevişmekten bile güzeldi sanki,gerilimsiz bir birlikte akış.uyandıktan bir süre sonra eve döndük.yemek pişirdim,yemekten sonra birlikte oturmayı teklıf ettim.bir şey söylemeden uzun uzun baktı bana.sonra yumuşak bir sesle ''olmaz'' dedi.onu bara bıraktım,çıkmadan once eline bir içki tutuşturdum,bi ambalaj fabrikasında iş buldum,hafta öyle geçti...

bukowski.

amerikanın her bir yanında sabahın üçü sarhoşları nihayet pes etmiş olarak duvarları seyrediyorlardı acı çekmek için ayyaş olmak yada bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmıyordu,ama acı çekilip ayyaş olunabilirdi.bir süre gençlikte,özellikle,talihin senden yana olduğunu sanabilirdin,bazen senden yanadırda gerçekten.ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen bir takım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır.herşeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.bir gece,sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin,sensin o ucuz pansiyon odasında olan ve daha önce o odalarda olmuş olmanın bi yaraı olmaz , daha da kötüdür hatta,çünkü bir daha bu durmua düşmemeye karar vermişliğin vardır. bir sigara daha yakmaktan bir içki daha içmekten,o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz,bir çift dudak aramaktan başka bişey gelmez elden.

sakızım düştü

''Basarsan alırsın ''lı ''Koşu yoluma at ''lı klasik bir maçtı. Terden saçlarım birbirine yapışmış, boynumdaki kir çizgileri, güneşin altında başım zonklaya zonklaya oynuyordum. Takım olarak ise gerçekten rezil bir durumdaydık. O kadar kötü bi durumdaydık ki kalecimiz kendini bilmez bi şekilde sanki sol açık gibi topu alıp karşı takımın kalesine dogru artistik çalımlar eşliginde ilerledigi bi anda topu kartırmıştı ve onların ceza alanına doluşmuş tam kadro olarak bittigimizi resmileştiren golü izlemiştik. Karşı takımın oyuncusu bizim bomboş ceza alanımızı geçip boş kalemizin önünde topu ayağıyla sabitledi ve yere eğildi. Sonra kafası ile topu yavaşça sürdü kalemize doğru. Böyle bir gol, siz sevgili okurlarımın da bildigi gibinormal bir mahalle takımını dağıtmasına, golü yiyen takımın takımın kaptanının topu tutup havaya rastgele degaj çekip uzaylamasına sebebiyet vermesine, ardından dikilen topun sahibinin aşagıdaki bayırda topun peşinden küfür ederek koşmasına ve maçın bitmesini sağlamasına rağmen biz maçı bitirmedik. Kaleye doğru gidip ''Ver lan eldivenleri ben geçicem kaleye. Sen bas! Kıran kırana oynuycaz'' diyerek ittim denyo kalecimizi. Tecrubeli bir file bekçisi gibi direge yaslanarak taktikler veriyordum takımıma . Ama kimse beni dinlemiyordu. umursamadım bagırmaya devam ettim. Yavaş gelen bir aşırtmayı çift yumrukla bertaraf etmek isterken yanlışlıkla içeri aldım. Eski kalecimizle göz göze geldik. Çabuk hareket edip topu alıp sanki daha deminki salak ben degilmişim gibi millete ileri gitmesi için bagırarak degaj çektim ama ileri dogru gitmesi gereken top, ayagımın dışına gelerek sağ yanıma düştü. Zalim top, rakip takımın sanraforunun önce göğsünde yumuşamış sonra da ayagının içinde yerini bulmuştu. Üzerime doğru şut çekmek için geliyordu. Her şey boka sarmıştı, belli ki bir mermi kıvamında gelecekti şut. Tırstım... Top resmen tsubasanın yamuk topu gibi geliyordu üzerime zıplayarak kaçılmaya çalışırken götümün yanı ile baldırım arasına çarparak zıbarttı beni. Sanki topu tutmuş gibi oldum. Ama ceza sahamızdaki tehlike bitmemişti. Biraz zıbardıgımdan reflesksel olrak hareket ettigim için, biraz da benden başka kimse olmadıgı için topu ayagıma alarak şık hareketlerle ilerledim. Orta sahayı geçince ''Oluyo lan'' diye düşünüp iyiden iyiye gaza geldim. Diziyordum resmen lavukları. Ama birden iki kişi girince dengemi kaybettim yan taraftaki tellere tutunup çalıma öyle devam ettim. Mücadele uzayınca yere düştümyerde oturarak çalıma giriştim. Yine siz sevgili okurlarımın bildigi üzre yere oturarak yapılan mücadele , mücadelelerin en rezilidir, futbol tarihinin yüz karasıdır. Tam o sırada çocukluk arkadaşım, canyoldaşım, hemşerim, biricik dostum Namık'ı gördüm. Ben ağzım açık oturdugum yerden Namık'a bakarken top ayagımdan alındı ve yine golü yedik. Gol tanıdık, rezillik tanıdık ama Namık farklıydı. Adam çıkarıp hemen oyuna dahil olması ve takıma dahil olması ve takımıkurtarması gerekirdi normal şartlarda ama öyle yapmadı. Elleri cebinde öylece bizi büyük bi ciddiyetle izledi. Oyun en sonunda havaya dikilen degajla bitti, top bayıra gitti. Top sahibi bayıra ben Namık'ın yanına koştum. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ne güzel kir pas içinde, itişe kakışa oynuyorduk, neydi bu temizlik, neydi bu mesafe tam anlayamamıştım. Garip bir şeyler oluyordu. Bana cebindeki kutudan bi sakız verdi. Karşılıklı konuşmadan çignedik bi müddet. ''Biz bugün köye gidiyoruz. Üç ay yokuz'' dedi. Sevgili dostlarım şimdi tam anlatabilir miyim bilmiyorum ama o gün ilk defa bişeylerin değişmesinin beni ne kadar korkuttugunu anladım. Sanki hep öyle devam edecek sanarken, insanların bir takım kararlar alması, birden ciddi bir mesafe takınması çok koydu bana. En yakın arkadaşımçok yabancı geliyordu lan! '' iyiydik lan. Nereden çıktı bu köy'' demek istedim. Sonra anne baba ve kardeşi geldi. Bavulun bir ucundan tutup bayırdan aşşagıya doğru yürüdü gitti tertemiz yeni yıkanmış Namık. Arkasından bakakaldım. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Ağzımdaki sakızı biraz önüme tükürüp sakıza bir şut çektim Sonra geriye doğru koşarak top sahibinin elindeki topa vurup düşürüp elime aldım, uzayladım. Top bayıra doğru gitsin istedim ama Namıkların terk edilmiş balkonuna düştü. Bayıra son bi kez baktım, arkasına bakmadan gidiyordu. S.keyim böyle hayatı dedim. Çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisligi anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdigim sıralarda aynı duyguyu yeniden hissettim. Kız arkadaşımla Beşiktaştaki çay bahçesinde oturuyorduk. Namık ciddiyeti vardı suratında. Ben '' Bi çay daha içer misin'' diyecekken söz girdi ve ''Ben gelecegimi düşünmek zorundayım Umut. Kusura bakma'' dedi. ''iyiydik lan'' demek istedim diyemedim. Gidişini izledim. ''Artık kaşar oldum, bi daha hissetmem'' derken bu sefer asker ocagına sigarayı bırakmaya çalıştıgım sıralarda yakaladı beni duygu.Telefondaki ses çok ciddiydi bu sefer. ''iyiydik lan''diyebildim bu sefer. Telefonu kapattım. Ağladım, çok ağladım. Ağlarken sakızım ağzımdan düştü. Ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım...